Ünlü ressamlarımıza buradan ulaşabilirsiniz...
   
  dünyadaki ünlü ressamlar
  Deniz Ressamları
 

 

DENİZ RESSAMLARI 

Bu bölümde, Ressamları eğilim duydukları konulara göre gruplandırmanın doğru olmadığını görüşüne katılmakla beraber, daha çok peyzajları ile anılan bazı ressamlar incelenecektir. Sanatçıların ve eserlerin tanıtılmasının tek başına yeterli olmayacağı düşünülerek, 19.Yy’ın II. yarısı ile 20.Yy’ın ilk yarısı arasındaki dönemde Çağdaş Türk Sanatının ki gelişmelerde zaman zaman yer verilmiştir.

 

“15-18.Yy’lar arasındaki hazırlığı tamamlamış değişim temelleri üzerinde yeni biçim etkilerinin inşa edilebileceği ortamları oluşturmuştur. Bu kültürel olgunun gerek sosyo-ekonomik planda, gerekse dinsel inanç sisteminin yorum farklarından karşımıza çıkan eşdeğer belirtileri, sorunun çok yönlü olarak irdelenip çözümlenebileceği karmaşık uzantıları da içermektedir. Türk sanatının belirlendiği tüm etken koşullar, İslam inanç alanı içindeki özgün ayrımları belirlediği kadar, Batı kültürünün geleneksel ve çağdaş verilerine yönelik yorum ve sentez çabalarının da işlevlerin üstlenmiştir. Batı ve Doğu sorunlarını içiçe bütünleştirerek devirgen bir mekanizma üreten bu olgu, problematik olduğu oranda tüm dünya ortamları arasındaki benzerliğini de koruya gelmektedir. Dünyadaki hiçbir kültür alanı kendi irade egemenliğini kullanarak hiçbir yabancı etkiyi bu ölçüde hizmetine sokabilmiş değildir. 19.Yy’da dış dünyaya, özellikle Batıya yönelik büyük değişim ilgileri, ancak bu bağlak içinde irdelenebilir.” (Çağdaş Türk Sanatına Temel Yaklaşımlar, Sezer Tansuğ, s.15. Bilgi Yayınevi., Ankara, 1997)

19.Yy’da yabancı ressamlar ve azınlık sanatçıları ile Osmanlı sanatçılarının işlerine, etkileşim ve yaklaşımlarına kısaca değinmek gerekmektedir. “Türk ressamlarından hiçbiri, kendi çevrelerini bir yabancı gözüyle irdeleme ve yorumlama açmazına düşmemişlerdir. 19.yy Osmanlı sanatçılarının işlerini yabancı ressamların işlerinden ayırt eden nitelikler, bu resimlerde hiçbir pitoreks ve egzotik yumuşamanın bulunmayışıdır. En pitoreks ilgi yönelişlerinde bile gündelik sıradan bir realite duygusunun kendini kanıtlama fırsatı bulduğu reel ya da organik bir tema dünyasıyla buluşma mantığı yatar. Türk ressamlarla çoğunluğu ermeni azınlıktan ressamların oluşturduğu başka bir duyarlık kesimi arasındaki farksa, bir yanıyla ortak bir kültüre ilişkin ortak problematikleri taşımakla birlikte, esasta yoğun bir farktır. Ermeni ressamları yorumları relalitenin duygusal ve dekoratif fantezileri erişme yolunda abartılmış değer ölçütlerine dayanır. Bu resimlerde part-bizanten ikon ve benzeri işler yapılan süsleme atölyelerinin dinsel atmosferini sezmek de mümkündür.” (Çağdaş Türk Sanatına Temel Yaklaşımlar, Sezer Tansuğ, s. 22.23. Bilgi Yayınevi., Ankara, 1997)

 

19 yy Osmanlı resim gelişmesinin, yukarıda belirlenmeye çalışan ilişkileri de kapsayan birinci ana doğrultusu içine, şüphesiz askeri okullarının dünyada yalnız Osmanlı dünyasına özgü yoğun resim etkinlikleri değil, aynı zamanda Sanayi-i nefise okulunun kurulup işletilmesi de girmektedir.”

“19.Yy ortasında fotoğraf tekniğiyle ilgili gelişmeler, bu tekniğin osmanlı ressamları karşısına çıkardığı bazı temel sorunlar yüzünden dikkatle irdelenmeyi gerektirir. 19.Yy’da Batı normlarına uyum sürecinin ana doğrultularından biri de budur.”

19. YY. DA YABANCI RESSAMLAR VE AZINLIK SANATÇILARI

Resim geleneğinin geç geliştiği Osmanlı’da önceleri (çoğu imzasız) manzara resimlerine rastlanır. Çini, porselen, işleme ve kimi haritalarda belirgin bu desenler 18.Yy’ın sonunda 19.Yy’ın başında konaklama yalılarla sıva üzerine yapılan İstanbul resimler görülür. Minyatürden resme uzanan geniş yelpaze içinde Türk sanatçıları önemli yapıtlar bırakmışlardır. Matrakçı Nasuh, Nakkaş Osman, Bozoklu Osman Şakir, Levni, Şeker Ahmet Paşa, Halil Paşa, Hoca Ali Rıza, Hüseyin Zekai Osmanlı demlerinde İstanbul’u resimleyen ustalardır. Bir de İstanbul’a kısa süreler için gelen yabancı ressamlar vardı ki, Osmanlı yaşantısına ilişkin yapıtları bugün önde gelen müzelerde sergilenmektedir. (Gergedan, Jak Deleon, s.35. Dönemli Yayıncılık., İstanbul, Eylül 1988, Türk Resim Sanatı Özel Sayısı)

Pek çok isimden, 19.Yy’da Osmanlı padişahlarının yakın ilgi gösterdikleri önemli resim sanatçılarından deniz resimleriyle ünlü ermeni asıllı Rus Aivazowsky, 2. Abdülhamid’in bir bir portresini de yapan Fausto Zonaro ile; 19.Yy’da istanbul’da yaşayan ermeni azınlığından olan Civanyan’ın resimleri örnek olarak seçilmiştir.

 

Aivazowsky (1827-1900) Kırım’ın Kefe şehrinde doğmuş bir Rus ressamıdır. Ermeni asıllıdır. Deniz resimleri yapmakla meşhurdu. Ömrü boyunca beş bin kadar tablo yaptığı sanılıyor. Tam anlamıyla akademik bir ressamdı. 1845-1890 arası sekiz defa İstanbul’a gelmiştir. Burada yaptığı resimler sayesinde saraya kapılanmıştır. Abdülmecid, Abdülaziz ve II. Abdülhamid’in nimetleriyle geçinmiştir. Geniş satıhları pürüzsüz fırça sürüşleriyle boyayan ve resimlerinde konuya önem veren bir sanatçıydı. Tercih ettiği konular denizle ilgiliydi, denizin her anını günün her saatini tespit eden resimlerden hoşlanırdı. (Sabancı Resimle

rFausto Zonaro (1854-1829) Türkiye’de resim sanatının gelişmesine yardım etmiş İtalyan ressamlardandır. Roma güzel Sanatları bitirdikten sonra Venedik ve Napoli’de ressamlık ve dekoratörlük yaptı. 1891’de İstanbul’a geldi. Her gün tuvallerini yüklenip doğaya çıkar, figürlü veya manzara resimleri yapardı. O günler, Ertuğrul yatının Japonya’ya gideceği günlerdi. Zonaro, “ Ertuğrul’un uğurlanışını tasvir eden büyük bir kompozisyon yaptı. i koleksiyonu- Ressamların Biyografileri)

19.Yy’da İstanbul’da yaşayan azınlıklar arasında, resim sanatına daha çok Ermeniler ilgi göstermişlerdir. Bu ressamlar arasında en ünlü olan Civanyan, müzikle de ilgili bir Pera bohemi olarak popüler bir isim yapmıştır. Civanyan’ın resimlerine duygusal bir atmosferin egemen olduğu görülmektedir. ( Çağdaş Türk sanatı, sezer Tansuğ, s. 39. Remzi kitabevi yayınları., İstanbul 1986)

 

 

RESİMDE MANZARA TEMASI

19.Yy’ın II. yarısında, manzara temasının Türk sanatçılarının elinde Batı’dakinden oldukça farklı bir boyut ve duyarlılık kazandığından söz edebilir. Kuşkusuz en yaygın ilgi alanını manzara resimleri oluşturmakta ve bu resimlerde adeta doğaya yüzyıllar boyunca duyulan dolaysız yaklaşımın özlemi yansımaktadır. Bu manzara resmi geleneğimiz yok değildi, fakat gerçekçi de olsa soyut şemacılığın sınırlarını aşmıyor, ancak daha sonraları duvar resimlerinde bir doğa ferahlığını araştırıyordu. Ama o duvar manzara resimlerinin pek çoğu da hayaliydiler. Türk sanatçının resim alanındaki geleneksel gerçekçiliği bu kez yeni bir gözlem ruhuyla ortaya çıktı.”

“19 yy. Türk resminin ilgi çekici bir başka alanı da deniz temasıdır. Osman Nuri Paşa (1835-1906, Harbiyeden) Harbili Tahsin (1875-1937, Diyarbakırlı) gibi asker sanatçılar, fırtınalı deniz ve gemi konusuna büyük bir ilgi duymuşlardır. Bu sanatçıların yabancı deniz ressamlarından etkilendikleri söylenebilir.

19.Yy. sonu Türk resim sanatının doğa ile kurmaya çalıştığı ilişki, önemli bir sevgi ve hayacan payını içinde taşır.”

 

 

19 yy. Türk resminin ilgi çekici bir başka alanı da deniz temasıdır. Osman Nuri Paşa (1835-1906, Harbiyeden) Harbili Tahsin (1875-1937, Diyarbakırlı) gibi asker sanatçılar, fırtınalı deniz ve gemi konusuna büyük bir ilgi duymuşlardır. Bu sanatçıların yabancı deniz ressamlarından etkilendikleri söylenebilir.

19.Yy. sonu Türk resim sanatının doğa ile kurmaya çalıştığı ilişki, önemli bir sevgi ve hayacan payını içinde taşır.” (Anadolu uygarlıkları ans. Cilt 6 s. 1142-1143. Görsel yayınlar)

Resim 117 (Harbiyeli) Tahsin. “Bauvet zırhlısının Çanakkale’de batışı”

Tahsin Bey (1875-1937) Diyarbakır’da doğmuştur. Askeri lise öğrenimi sırasında sürekli resim çalışmaya başlamış, Harbiye’de Hoca Ali Rıza Bey’in öğretimi eşliğinde resim eğitimini geliştirmiştir. 1902’den itibaren bir süre Sanayi-i Nefise’ye de devam etmiştir. Deniz kenarında manzara, gemi ve vapur resimleri yapmaktan zevk alırdı. Yolcu vapurlarının kamaralarını süslemek için de pek çok deniz resimleri yapmıştır..

Resim 121 (mülazım) İhsan. “Nehir kenarı” Yağlıboya, 62x81 cm.

 

 

TÜRK FOTO YORUMCULARI

Bazı 19.Yy. sonu ressamlarına, foto yorumcuları diyebiliriz. Bu sanatçılar asker ya da sivil okul mezunu, yaşam öyküleri pek bilinmeyen kişilerdir, 19. Yy. resim etkinlikleri içinde özgün bir grup halinde karşımıza çıkarlar. Fotoğraftan yararlanmış olan bu sanatçılar , bir iki ya da üç resimle tanınıyorlar . Fotoğraftan, modern hiperrealistleri özendirecek kadar duru. Sakin, ıssız bir yorum elde etmişlerdir. 1980’lere kadar bu sanatçıların resimlerin fotoğraftan yapıldığı bilinmiyordu. Söz konusu sanatçılar imzaları ardına “Kulları” deyimini ekliyorlardı. “Kulları” deyimi dinsel olup, sanatçı çekingenliğine de bağlanabilir. Hüseyin Giritli, Hilmi Kakıspaşalı, Fahri Kaptan, Ahmet Şekür bu sanatçılardan bazılarıdır. Bu foto-yorumcu sanatçılar pek de anlaşılır olmamakla birlikte bazı yazarlar tarafından “primitifler” ya da iptidai” ler şeklinde de adlandırmışlardır. “Foto-yorumcuların fotoğraftaki kompozisyonu, genellikle insan figürleri ve diğer ayrıntılardan çoğunlukla sıyırarak sakin, adeta düşsel denebilecek bir atmosfer yorumuna kavuşturarak aynen uyguladıkları görülür. Bu durumda resmi ön ve arka planları arasında netlik farkı olmaz, ancak çizgisel perspektife ilişkin değerinin ve objektifin yansıttığı net ışık-gölge effektlerinin özenle uygulandığı dikkati çeker.”

Osmanlı resim sanatının eski şemacı geleneğini hazır fotoğraf düzenleri ile sürdürmek gibi hem çok yenilikçi hem de çok konvansiyonel bir espri düalitesi, teknik uygulama yönünden de bu sanatçı grubu için geçerlidir.” ( Anadolu Uygarlıkları ansiklopedisi. Cilt. 6 s. 1147-1148. Görsel yayınlar)

Resim 122 Ahmet Şekür “ Önünden dere geçen köy” Yağlı boya 90x116

Resim 129 Ahmet Şekür “Kağıthane deresi” 63x97

Ahmet Şekür (1856- ? ) (Harbiyeden) Foto-yorumcu yaklaşımdan geniş manzara görünümle Anadolu fotoğraflarından yararlanmıştır. Resim 129 çalışmasından ise, diğer foto-yorumcuların tarzına yakın bir anlayış görülmektedir.

Resim 120 (Üsküdarlı) Cevat “Yıldız sarayından” Yağlı boya 100x76

(Üsküdarlı) Cevad Bey (1870-1939) 1892’de Harbiye’den mezun olmuştur. Hoca Ali Rıza Bey’in öğrencisidir. 1935 Beyoğlu, 1933 Ankara7da birer sergi açmıştır. 1918 Viyana sergisindeki Büyükada tablosu tanınmış eserlerindendir. Realist bir tarzda çalışır. (Türk Sanatı tarihi, Celal Esad Arsever, cilt III, fasikül III, s. 225. Milli Eğitim basımevi., İstanbul)

 

 

İSTANBUL’DAKİ ASKERİ VE SİVİL OKULLARDA BATI YÖNTEMLERİNE UYGUN RESİM EĞİTİMİNİN BAŞLAYIP GELİŞMESİ

Modern eğitim programlarının uygulandığı askeri okullardan yetişen sanatçıların büyük bir liste oluşturduğunu görülüyor. Etkin birer uslüp kişiliğine sahip olan asker sanatçılar ayrıcalı bir grup halinde karşımıza çıkarlar.

Asker ressamlar yeni siyasal bilinçlenmenin kültür ve sanat alanına yansıyan hedef ve amaçlarını temsil etmektedirler. Osmanlı İmparatorluğunun çağdaş Türkiye Cumhuriyeti devleti7ne dönüşme süreci içinde askerlerin resim sanatını yeni yöntemlerle ve ısrarla geliştirme çabaları dünyada bir eşi daha olmayan bir olgu karşımıza koymaktadır. Asker ressamların uzun listesinde Halil Paşa gibi Batı’da resin eğitimi gören önemli bir usta olduğu kadar, Hoca Ali Rıza gibi büyük bir peyzaj ressamı da vardır. Hoca Ali Rıza Batı’da eğitim görmemiş, fakat çok sayıda ressamın yetişmesine yardımcı olmuştur. Ahmet Ziya Akbulut, perspektif kurallar ve uygulanması hakkında iki kitap yazarak yeni resim sorunlarının bilimsel yönünü aydınlatıcı bir rol oynamıştır. (Anadolu Uygarlıkları ans. Cilt. 6 s. 1135-1136. Görsel yayınlar9

Resim 115 Hoca Ali Rıza “Kayalar” suluboya 9x14

Resim 116 Hoca Ali Rıza “Fenerli sokak Üsküdar” Yağlı boya 32x42

Resim 118 Hoca Ali Rıza “Boğazdan manzara” Sulboya 20,5x13

Hoca Ali Rıza : (1864-1936) 1883’te Harp okulunu bitirdi. Resme ilgiden dolayı, arkadaşlarıyla birleşip okul müdürüne rica ederek okula bir resim atölyesi kurdurmuş, aralıksız kırk yedi yıl öğretmelik yapmıştır. Hoca Ali Rıza ve Halil Paşa üslupsal açıdan Şeker Ahmet Paşa ile Çallı kuşağı arasında bölünen bir eğilim temsil ederler. Ne biçim kesin olarak tanımlama alışkanlığından kurtulabilmişlerdir ne de bütünüyle izlenimci bir üslubu benimsemişlerdir. Ortak özelliklerine karşın ayrıntıya inildiğinde, Hoca Ali Rıza bir önceki, Halil Paşa ise bir sonraki kuşağa daha yakındır.

Hoca Ali Rıza7nın iki büyük özelliği vardır: biri Avrupa’ya gitmemiş ve hiçbir müze görmemiş olması, öteki de buna rağmen müthiş bir gözlem gücü. En büyük hoca dediği tabiat karşısında resim yaptı. Gözlem gücü o kadar fazla idi ki, çoğu resimleri hayali idi ve altına “fikirden” diye yazmasa gerçeğinden ayırt etmek gayet güç olurdu. Hayatta en büyük zevki resim yapmaktı. Tabiat karşısındaki tutumu gerçekçiydi, ama izlenimci bir renk ve ışık anlayışına çok yaklaşmasına karşın gene de tam bir açık hava ressamı gibi hareket edebilmiş değildir. Koyu tonları kullanmaktan kurtulamadığı gibi berrak, saydam ve katışıksız renk uyumlarına bir türlü ulaşamamıştır.

 

Halil Paşa, Hoca Ali Rıza ve Ahmet Ziya Akbulut ile Ömer Adil (1868-1928) aynı dönemde kişisel üslup çabalarında etkinleşerek doğa ile sıkı ilişkiler içine giren sanatçılardır. Ömer Adil, doğadan çalışmış olduğu kuşku götürmeyen peyzajlarının yanı sıra, Batılı sanatçılardan üslupçu bir yorum niteliği taşıyan kopyalar da yapmıştır.

Resim 123 Hali Paşa “Eldivenli Kadın”

Resim 124 Halil Paşa “Kayık İskelesi”

Resim 125 Hali Paşa “Çengelköy iskelesi” 80x144

Resim 126 Hali Paşa “Kayık iskelesi” 24.5x36

Resim 127 Hali Paşa “Yatan kadın” 41x60

ResimResim 130 Hali Paşa “Çıplak” (karakalem

“Deniz ressamları “sanatçılar çok fazla gruplandırmadan incelenmiştir. Son bölümde farklı dönem farklı üslup ve akımları benimsedikleri halde manzara resimleri yapmaktan zevk alan sanatçılardan bazılarına kısaca değinilecektir.

Ek 11 Nazmi Ziya Güran “ Köprü “ yağlı boya 31x44

*Nazmi Ziya Güran (1881-1937) ilk resim derslerini Hoca Ali Rıza beyden almıştır. 1908-13 yıllarında Paris7te resim çalışmalarına devam etmiş, Claude Monet, Cezanne gibi sanatçıların eserlerinden etkilenerek, İstanbul’a bir impressionist olarak dönmüştür. Eserlerinin çoğu peyzajlardır. 1914 kuşağı sanatçılarından biri olan Nazmi Ziya ışık titreşimlerine karşı en duyarlı kişiliği olmuştur. Resimlerinde doğa parçaları ışığı emmiş yoğun renk kümeleri halinde ve şiirsel ifade yükleriyle doludur.

TÜRK MİNYATÜR SANATI (*)

Osmanlı Türklerinde minyatür, Fatih zamanında gelişmeye başlayarak özel bir üslup kazandı. Bu dönemde yazma kitaplara sultanların portrelerinin yapılması, ilgi çekici bir olaydır. Selçuklu Sultanları gibi Osmanlı Sultanları da saraylarında nakkaşhaneler kurarak nakkaşların çalışmalarına kolaylık sağladılar. Fatih’in nakkaşbaşısı Sinan Bey idi. Osmanlı minyatürlerinde sultanların 16. ve 17. yy. daki hayatlarını hikaye eden eserler başta gelir. Topkapı Sarayı hazine kütüphanesinde ve İstanbul Üniversite kütüphanesinde birçok eserlerin ciltleri arasında 15.000 kadar minyatür adeta milli galeri halinde bir araya toplanmıştır. Bunlar hep Kanuni Sultan Süleyman zamanında ve ondan sonra yapılmış eserlerdir. Bu milli resim hazinesi bugüne kadar dünyaya az tanıtılmıştır.

Fatih Sultan Mehmed, papaya başvurarak çağının ünlü ressamlarından bazılarını İstanbul’a göndermesini istedi. Bu istek üzerine, Rönesans’ın tanınmış ressamlarından Matteo di Pasti, Costanzo di Ferrara ve Gentile Bellini İstanbul’a gönderildi. 1479’da sarayda çalışmalarına başlayan bu ünlü ressamlar, sultanın ve yakınlarının portrelerini ve madalyonlarını yaptılar. Buna karşılık Nakkaş Sinan Bey’de İstanbul’dan İtalya’ya gönderildi. Sinan Bey, İtalya’da çağın ustalarından Maestro Paola’nun yanında çalıştı. Sinan Bey’in batı resmi etkisi altında kaldığını gösteren Fatih güllü portresini, bu geziden döndükten sonra yaptığı bildirilir. Portre onun sanatının kuvvetini ve sınırlarını göstermektedir. Anatomi çalışmaları yetersiz olduğundan vücut bol elbiselerle ustalıkla örtülmüştür. Elbiselerin kıvrımları 15. yy. yukarı İtalya resim üslubunun etkilerini göstermektedir. Bununla beraber portre Fatih’in kuvvetli şahsiyetini ikna edici bir tarzda göstermektedir. Hükümdarın kuvvetli endamı tamamıyla ferdi bir portre etkisi bırakıyor. Geniş elbiseler sağlam ve değişmez renklerle cömertçe resmedilmiş olup uygun bir fon teşkil ediyor.

Topkapı Sarayı kitaplığında bulunan ve yanlışlıkla Fatih Albümü adı verilen bazı kitaplar pek çok minyatür ve hat örneği taşımakla birlikte bunların hiçbiri İstanbul yada Anadolu’da yapılmış değildir. Bu minyatürlerin pek çoğu uzun rulolardan kesilmiş ve öykü sıraları gözönüne alınmadan albümlere yapıştırılmıştır. Bu minyatürlerin pek çoğu uzakdoğu resim sanatıyla akrabalık gösteren derviş, büyücü, dev, göçebe çeşitli hayvan tasvirleri gibi konuları içerirler. Bu konuların islam öncesi şaman inancından etkiler taşıdığı ileri sürülmüştür. Birçokları Mehmet Siyahkalem imzasını taşıyan bu resimlerin 1512-1520 yılları arasında hükümsüren Yavuz Sultan Selim’in İran seferlerinde elden ettiği savaş ganimetleri arasında olduğu da saptanmıştır. Bazı belgelere dayanarak albüm resimlerini yapan sanatçının nakkaş olduğu ve Kıpçak geleneğini sürdürdüğü söylenir. Anadolu çevresinde yapılmamış olsalar bile Fatih Albümündeki resimlerin gerçekçi özellikleri ve Grotesk (Acaip, gülünç, kaba) eğilimleri ile Osmanlı resmini etkilediği söylenmektedir.

Bugün Osmanlılara ait en eski minyatürlü elyazması kitaplar, Beyazıd II’nin hükümdar olduğu günlerden kalmadır. Bunlar da Türkiye dışındadır. Topkapı Sarayı Müzesinde, Farsça bin hamsede çeşitli nakkaşların resimleri vardır. 1498’de yazıldığı anlaşılan bu yazma kitabın minyatürlerinin de aynı dönemde yapıldığı sanılıyor. Bu sırada Osmanlı minyatürünü HERAT ve ŞİRAZ üsluplarıyla etkilediği görülür. Baba Nakkaş adıyla tanınan Şeyh Mustafa saray duvarlarını nakışlarla , yine aynı dönemde Abdurrahmanül Mevlevi Konya’da Mevlana Türbesinin içini kalem işleriyle süsledi.

Yavuz Sultan Selim’in hükümdar olduğu dönemden kalan minyatürlerde mimari kurgular, insan tiplerinin işlenişi, elbise biçimleri değişik bir mekan ve renk içinde gösterilir. Buna yeni Türk üslubunun habercisi olarak bakanlar da vardır. Uluğ Bey zamanında Herat’tan İstanbul’a gelen nakkaşlarla, çaldıran seferinden sonra Yavuz Sultan Selim’in yanında getirdiği nakkaşlar, Herat Okulunun ve üslubunun etkisini sürdürürler, yeni gelişmekte olan Türk üslubuna basamak hazırladılar.

Osmanlı minyatürcülüğünde portre resmi, tarihi konular ve saray hayatı sahneleri yanında at koşularını ve bazı muharebe sahnelerini kuvvetli bir görüşle gerçek olarak gösteren çok canlı minyatürler ortaya konulmuştur. Yalnız hiç değişmeyen ve ışık değişikliğini tanımayan renkler yüzünden bunlar kırmızı, rengin hakim olduğu parlak ve alacalı bir etki bırakırlar. Bazen altın ve gümüş yalnız da kullanılmıştır.

Osmanlı minyatürcülüğünün en verimli ve canlı dönemi Kanuni Sultan Süleyman’ın hükümdarlığına rastlar. Sarayda çalışmakta olan nakkaşlar; Nakkaşanı İran ve Nakkaşanı Rum adları altında iki kümede toplandı. İki ayrı öğreti biçimini , iki ayrı üslup özelliğini sürdüren bu nakkaşlar, en iyi şartlarda çalışırlardı. Nakkaşanı İran topluluğu içinde Türkler de vardı. Nakkaşanı Rum topluluğu ise asıl Türk minyatürünü geliştirdi. Bu çağda minyatür sanatına yeni nitelik kazandıranlardan biri Nigari’dir. Nigari İstanbul’da Galata’da doğmuş, 1572 yılında 80 yaşında ölmüştür. Kendisi denizci olup asıl adı Hayolar Reis idi. Onun Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan minyatürleri siyah bir fon üzerine yapılmıştır. Ve çehrelerdeki kişisel portre benzerliği ile hayret uyandırmaktadır. Fakat diğer taraftan ellere ve ayaklara önem verilmediğinden bunlar ihmalci bir şekilde resmedilmiştir. Nigari’nin Kanuni, Barbaros ve Selim II.’yi canlandıran üç portresi Topkapı Saray Müzesindedir.

Tarihi minyatürler 1550-1590 arasında çalışmış olan üstad Nakkaş Osman tarafından canlandırılmıştır.

Osmanlı klasik sanatının en yüksek dönemini oluşturan III. Murat (1574-1595) çağında oluşturulan en önemli eser Seyit Lokman’ın kaleme aldığı Nakkaş Osman ve çıraklarının resmedildiği iki ciltlik Hümername’dir. Osmanlı sultanlarının savaşlarını ve başlarından geçen olayları hikaye eden Hünername minyatürlerinin Osmanlı savaşlarını tasvir eden büyük grup düzenlemeleri çarpıcı renkleri ile eşsiz bir anıtsallığa sahiptir. 

Resim 1

Hünername’deki Nakkaş Osman’ın fırçasından çıktığı kuşkusuz olan at koşusu.

Atların yeşile, açık maviye, eflatuna boyalı olduğu görülür. Renkler çok çeşitlidir ve birbirleriyle uyum halindedir.

Topkapı Sarayında bulunan ve Hünername ile aynı nitelikleri taşıyan bir başka eser yine Seyit Lokman’ın Farsça manzum olarak yazdığı ve Nakkaş Osman atelyesinden sanatçıların 95 minyatürle süsledikleri Şehin Şahnamei Murat III adlı yazmanın II. Cildindeki 42 minyatür Murat III.’ün çocukları için yapılan sünnet düğününden sahneleri ele almaktadır.

 

 

 

GÖRSEL SANATLAR

 

                                                                         

Biliyorsunuz uzun zamandır Görsel Sanatlar - Resim Dersi Problemlerini çözmek için hep beraber forumumuzda çeşitli tartışmalar yaptık,fikir alışverişlerinde bulunduk.
Ortaya pek çok önerinin çıktığı iyi niyetli çabalarımıza destek veren arkadaşlarımızla görev paylaşımı yaptık.Hepinize teşekkürler.
Bu gayretlerin ilki, başta sanat severleri, resim öğretmenlerimizi ve tüm Türkiye’mizi, resmi makamlarımıza sanat eğitimine karşı daha dikkatli ve duyarlı olmasını sağlamak amacı ile e-posta göndermeye davetimizdir.

 

 

 Görsel Sanatlar - Resim Öğretmenlerinin Sesi

 

Yıllardır eğitim sisteminin ana ve vazgeçilemez belkemiği olarak görülüp tüm dünya da kabul görmüşken, maalesef ülkemizde gözardı edilen ve sanat eğitimin gerekliliğini ve zorunlluğunu tescilleyen önemli bir gerçek: Duygusal zeka
Genel eğitim kapsamında bulunan ilköğretim okulları ve liselerde, eğitimin niteliği matemetik, fen bilimleri ve sosyal bilimler ağırlıklıdır. Öğretim yöntemleri ise ezbere, bilgi depolamaya, test çözmeye dayanmaktadır. Tek hedef çocukları ve gençleri Anadolu liselerine ya da üniversiteye hazırlamaktır, tüm sınavlar da öğrencileri bu yönde değerlendirmektedir. Bu sistem,IQ’su yüksek olanın başarılı olduğu bir sistemdir.
Bilgileri beyne depolayan bu sistemden farklı olarak yeni bir kavram tüm dikkatleri üstüne çeker: Duygusal zeka kavramı. Bu kavramla en çok eğitimciler, yöneticiler ve anne-babalar ilgilenir. Daniel Goleman’ın yazdığı ‘’Duygusal zeka’’ adlı kitap, duygusal zekanın neden IQ’dan daha önemli olduğunu açıklar.
Goleman ; ‘’duyguları zekice kullanmaktan’’,’’insanı insan yapan niteliklerin çoğunun duygusal zekadan geldiğinden’’,’’duygusal yeteneklerimizin doğru bir öğrenmeyle geliştirilebileceğinden’’ söz etmektedir. Goleman’a göre: ‘’Duygusal yetenek, bir meta-yetenektir; yani ham zeka dahil, var olan diğer yeteneklerimizi ne kadar iyi ullanabileceğimizin belirleyicisidir’’.

 

GÖRSEL SANATLAR  

 

Görsel sanatlar eğitiminin konusu; algılama, düşünme ve bedensel eylemlerin de katıldığı, süreç içerisinde kendini ifade etme şeklidir. Öğrenciler bireysel yeteneklerini, estetik ve eleştirel yönlerini keşfederek, orijinal çözümler bulurlar.

Sanata farklı bir gözle bakarak, kültürler arası farkındalığa duyarlı, özgüven duyguları gelişmiş bireyler olarak yetişirler.

 _Özgün düşünme, üretme ve deneme kapasitelerini geliştirmiştir.

  • Estetik duygusunun gelişmesiyle, sanat ve tasarımla ilgili olarak bilinçli estetik yargılar üretebilir.
  • Sanatsal yaratma hazzını duyar, sanatçıyı takdir eder.
  • Görsel sanatlarda kullanılan yöntem ve teknikleri bilir ve kullanır.
  • Müzeleri, sanat galeri ve akademilerini gezmiştir.
  • Röprodüksiyon çalışması yaparak, sanat akımlarıyla birlikte Türk ve dünya sanatçılarını incelemiştir.

 

 

 

 

 
  Bugün 1 ziyaretçi (4 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol